Ana içeriğe atla

Antibiyotik yerine soğan suyu

‼Çocuğunuz sık hastalanıyorsa, sürekli antibiyotik ve ateş düşürücü kullanıyorsanız, kansızlığı giderecek ilaçlardan fayda göremiyorsanız ya da çocuğunuzu tabii yöntemlerle büyütmek istiyorsanız okumalısınız.

Her cumartesi olduğu gibi o hafta da yeni derginin içeriğini konuşuyor, gelecek aylara dair yayın planı yapıyorduk. Konu dönüp dolaşıp çocuklarımız ve mutat hastalıklarına geldi. Bu esnada 3 yıl önce ilk çocuğunu dünyaya getirmiş muhabir arkadaşımız hepimizi şaşırtacak şeyler söylüyordu: “Kızım bu zamana kadar hiç antibiyotik kullanmadı”, “İshal ilaçlarla kesilmemeli”, “39.5' u görmeden ateş düşürücü vermek yanlış”, “Çocuklara bebek bisküvisi yedirilmemeli” gibi bilgileri sebepleriyle anlatıyordu. Bunları duymaya çok alışık değildik. Ama bilgilerin kaynağı bir çocuk doktoruydu ve arkadaşımızın kızı da oldukça sağlıklıydı. Dolayısıyla biz de kendi muayenehanesinde çocuk ve ailelere hizmet veren Dr. Hafize Erkal'ın kapısını çaldık. Antibiyotik kısır döngüsünden nasıl kurtulacağımızı, ateş düşürücüleri çocuklarımıza ne zaman, nasıl vermemiz gerektiğini, alerjilerin hangi hastalıkları tetiklediğini ve doğal yollarla bağışıklık güçlendirmenin püf noktalarını sorduk.

Antibiyotik yerine soğan suyu

Antibiyotikler belki de Türkiye'nin en önemli sağlık problemleri arasında. Çünkü aile hekimliği uygulamasıyla vatandaşın doktor yüzü görme ihtimali hayli arttı. Her hekim de ilaç verme konusunda yeterince cimri davranmadığı için öksürük, nezle ve gripte bile hastalar antibiyotik kullanır duruma geldi. Tabii kafasına göre eczaneden ilaç alıp tüketenleri de unutmamak lazım. Tablonun vahameti her geçen gün artmakla birlikte dünya ciddi alarmda. İngiliz Tıp Dairesi Başkanı Dr. Dame Sally Davies, eğer kullanım alışkanlığımızı değiştirmezsek 20 yıl sonra insanların basit enfeksiyonlar sebebiyle hayatını kaybedeceğini, mikropların geliştirdiği antibiyotik direncinin kendilerini oldukça endişelendirdiğini açıklamıştı geçen günlerde. Dr. Hafize Erkal, Türkiye'deki hekimlerin büyük kısmının bu konuda hassas davrandığını düşünüyor. Ama genele yayılmış bir bilinç henüz yok. Bundan dolayı da bağışıklık sistemi tam gelişmemiş 3-12 aylık bebekler ile çocuklar bir kere hastalanıp antibiyotik tedavisi almayagörsün; hassasiyetleri artıyor ve çok daha sık hastalanıyorlar. Sebebi basit; antibiyotikler zararlı bakteriler kadar, vitaminleri sentezleyen, hastalıklara karşı mikropların geçişini engelleyen yararlı bakterileri de yok ediyor. Bağırsaklarımızdaki doğal flora yaralandığı için savunma sistemimiz çöküyor, 4-6 hafta hastalıklara açık duruma geliyoruz. İyi bakteriler öldüğü için dışarıdan gelen kötü bakterilerle hakkıyla savaşamıyoruz. Onlar da bağırsaklarımıza yapışıyor, kana karışıp hasta ediyor bizi. Kandidalar da (bir tür zararlı mantar) antibiyotik kullanımına binaen artıyor, bebeklerde ishal ve derin pişikleri tetikliyor.

Dr. Hafize Erkal, üst solunum yolu enfeksiyonlarının çoğunda antibiyotik tedavisinin gerekmediğini söylüyor. Hastalarına da bundan dolayı soğan suyunu öneriyor. Soğanın rendelenip suyunun çıkarılmasıyla elde edilen sıvı, enfeksiyonlarla başa çıkmada başarılı, ciddi durumlarda bile oldukça etkili. Yalnız dikkat edilmesi gereken en önemli unsur, sıkılır sıkılmaz içilmesi. Kullanım için alt sınır 6 ay. Bebeklere genelde günde 1 kez, 1 çay kaşığı veriliyor. Yalnız direkt içirmek zor olacağı için meyve püresi, mama ya da anne sütünün içine 2-3 damla karıştırıla karıştırıla veriliyor. 3 yaş ve üstü çocuklara da tokken 1 yemek kaşığı, günde 2-3 kez hastalığın şiddetine göre içirilebiliyor. Hem soğan suyunun etkisi hem de vücudun kendi savunma mekanizmasını devreye sokmasıyla enfeksiyonlar 2-4 gün arasında geçiyor. Yalnız soğan suyu çocukta kusmaya, öksürüğe, huzursuzluğa sebep oluyorsa devam etmemek gerekiyor. Bu tedavi midesine soğan dokunanlar ile soğana alerjisi bulunanlara uygulanmıyor. 

Antibiyotik kısır döngüsünden çocuk ve yetişkinlerin bu yolla kurtulabileceğini belirten Erkal, soğan suyunun koruyucu özelliğinden de bahsediyor: “Kış aylarında, okula giden çocuklar, bebekler, çok sık hastalananlar haftada 1-2 kez soğan suyu içebilir. Böylece hastalanma ihtimali çok azalıyor.”

39'u görmeden ateş düşürücü yok

Birçok anne-babanın korkulu rüyalarının başında geliyor ateş. Hatta bu endişe paranoya düzeyine ulaştığında ebeveynler çocuk aksırıp tıksırmaya başladığında, ufak bir boğaz enfeksiyonunda dahi ‘yükselebilir' ihtimaline binaen ateş düşürücü veriyor. Hâlbuki ateş yüksekliği vücudun önemli savunma mekanizmalarından biri, üstelik virüs ya da bakterinin bedene girip yerleştiğinin de ilk işareti. Peki, ateşimiz neden yükseliyor? Çünkü vücut ısısının artmasıyla birlikte bedene giren, hızla çoğalan mikrop ve bakteriler o esnada öldürülüyor, doğal şekilde hastanın direnci artırılıyor. Ateş düşürücü ilaçlar ise bu doğal savunma mekanizmasının sağlıklı çalışmasını engelliyor. Dr. Hafize Erkal, 39 dereceden sonra ilaç verilmesinden yana. Tabii onun için de belli şartlar lazım: “Ebeveynler 37 dereceyi gördüklerinde ilaç veriyor. Bu çok yanlış. Genelde normal bir vücutta 40'ın üzerine çıkmaz ateş. Nadiren 41 olur. Vücut terleyerek otomatik şekilde ısısını düşürür. Bu ayarlanmış bir sistemdir. Dolayısıyla ateş vücuda zarar vermeye başladığında ancak müdahale edilmeli. Şöyle ki: Sıcaklık 39'un üzerinde, çocuğun eli ayağı soğuk, titreme var. Bu sıcaklık daha da yükselecek demektir. O zaman gerekir ilaç. Çoğu zaman hastalarıma ‘4 saat kadar kullanmayın, takip edin.' diyorum. Stabil ateş, yani çocuğun elleri-ayakları sıcak, ateş 38,5-39'larda ama keyfi yerinde. O zaman ateş düşürücü için acele edilmemeli.”

Günümüz çocuklarına 20-30 yıl öncesine kıyasla vitamin, beslenme, soğuktan-sıcaktan korunma konusunda daha çok ihtimam gösterilse de çabuk hastalanıp zor iyileşiyorlar. Dolayısıyla ebeveynler de bağışıklık güçlendirici ilaç, besin takviyesi vererek bu gidişatı normalleştirmeye çalışıyor. Fakat ailelerin bütün çabaları bazen yetersiz kalıyor, bebek-çocuk sürekli hastalanıyor, kilo alamıyor, kan değerleri normalleşmiyor. Böyle durumlarda Dr. Hafize Erkal süt ve buğday başta olmak üzere besin alerjilerini işaret ediyor. Çünkü alerjiye sebep olan gıdaları bilmeden tüketmeye devam ettiğimizde bağışıklık sisteminin en önemli elamanlarından biri olan bağırsak mukozamız-floramız bozuluyor, zararlı bakterilerin vücudumuza yerleşmesi ve orada üremesi kolaylaşıyor. Böylece her türlü hastalığa kocaman bir kapı aralanıyor. Sürekli anatomik bozukluğun eşlik etmediği idrar yolu enfeksiyonu, alt ve üst solunum yolu hastalıkları, sinüzit, astım ve ortak kulak iltihabına yakalanan çocuklar için hekimler ‘Bağışıklık sistemi güçsüz' deyip besin takviyeleri öneriyor. Yalnız bağırsaklardan alerji sebebiyle yeterince emilemediği için verilen tedaviler de olumlu sonuçlanmıyor. Çocuk diyetine dikkat ettiğinde ise bağırsak mukozası düzeliyor, mikroplar artık eskisi kadar vücuda kolay giremiyor, doğal yollarla bağışıklık güçleniyor. Besin takviyeleri ise her zamankinden çok daha fazla işe yarıyor. Üstelik çocukların sürekli tekrarlanan hastalıkları da neredeyse tamamen ortadan kalkıyor. Bağışıklık sistemini güçlendiren doğal takviyeler olarak çinko, propolis, C vitamini, ekmek mayasından elde edilen beta-glukan, ekinezya, pelargonium extresi vs gibi bitkisel ürünleri sayıyor Dr. Erkal. Yalnız tüm bunların doktor reçetesi ile alınması gerektiğini, yüksek dozun karaciğere zarar verdiğini de son sözlerine ekliyor...

Geçmeyen demir eksikliğinin arkasında besin alerjileri var

“Birçok çocukta demir eksikliği var. Bu durum süt ve buğday (çölyak) alerjisiyle bağlantılı aslında. Çölyak hastalarının ortak özelliği uzun süre değişmeyen demir eksikliğidir. Takviyelere rağmen iyileştirilemeyen hastalarda çölyakı araştırmak lazım. İnce bağırsaklardaki villus adı verilen yapılar, besinlerin emilimle kana geçmesini sağlıyor. Bu kılcıklar sayesinde, öğütülmüş olarak gelen besinlerin faydalı kısımları emilerek kana karışıyor. Buğday ve süt alerjisi çocukta var ve çocuk bu gıdaları tüketmeye devam ediyorsa o zaman villuslar düzleşiyor, emici yüzeyi azalıyor, miktarı 4'te 1'e düşüyor. Düzelmeyen kansızlık tablolarında alerjiye bakmak gerekiyor. Yalnız şöyle bir sıkıntı var. Kan tahlillerinde belli antikor oranına ulaşmadıysa sonuç negatif çıkabiliyor. Bu alerjinin yokluğu anlamına gelmiyor. Sadece tespit edilebilir düzeyde değil. En iyi sonuç biyopsi ile alınır. Bu da kolay değil, çocuk için çok yıpratıcı. Bundan dolayı şüphelendiklerimi 2-4 haftalık diyete alıyorum. Annelerin canı sıkılıyor, ‘Şimdi ben ne yedireceğim? Süt ve süt ürünleri, buğday yok, zayıflar çocuk' diyorlar. 1 ay sonra geliyorlar tekrar. Tartıya çıkarıyoruz. Çocuk kilo almış. Bunun sebebi şu; yediği gıdadan çocuk artık faydalanmaya başlıyor. Önceden villusların emici yüzeyi zarar gördüğü için yediklerinin yüzde 25'i emilirken şimdi yüzde 75'e çıkıyor rakam. Eskisine nazaran daha az yediği hâlde kilo alıyor, kan değerleri yükselmeye başlıyor.”

Küçücük bebeğe günde 1 litre süt veriyorlar!

“Annelerin kalsiyum takıntısı var. O kadar çok süt ve süt ürünü yediriyoruz ki çocuklara. Bakıyorsunuz anne 1 bardak sütün içine yoğun süt tozlu bebe bisküvisi koyuyor. İçine peynir ekliyor, öğlen yoğurt, akşam muhallebi yediriyor, gece de biberonla süt içiriyor. Çocuğun gün içinde aldığı süt neredeyse 1 litreyi buluyor. Yetişkinler için bile bu miktar çok yüksek. Ondan sonra yakınıyor anneler ‘Çocuk bir şey yemiyor' diye. Bebek zaten gün içinde harcayacağı kaloriyi fazlasıyla alıyor. Sonra da yemek yemek istemiyor tabii. Bu kadar beslememize rağmen çocuk obez değilse bunun sebebi alerji yüzünden yediklerinin büyük kısmının emilememesi. Vücut fazlalığı atarak aslında kendini korumaya çalışıyor.”

İshal durdurulmamalı

“İshal, bağırsaklara yapışan mikropları atmak için ortaya çıkar. Buna kusma da eşlik ediyorsa midedekiler de atılır. 3 kusma iyidir. Daha fazlası ise ağız yoluyla sıvı alınamayacak anlamına gelir. Sıvı ihtiyacı serumla giderilir ama yine ishali durduracak herhangi bir müdahale yapılmaz. İlk 4 günün sonunda hâlâ karın ağrıları varsa, ishal devam ediyorsa, çocuk çok bitkinse o zaman yine durdurmaya yönelik değil, daha çok tedavi amaçlı takviyeler veriyoruz. Ama en güzeli kaybedilen sıvıyı geri vermektir. İlaçla ishali baskılarsanız bir süre sonra bakteriler tekrar aktifleşebilir. Hazmı kolay, alerji yapmayacak sıvı gıdalar tüketilmesi lazım. İshal dönemlerinde hem gluten hem de sütlü yiyecekleri kesinlikle vermemek gerekiyor. Bağırsak hücreleri harap olduğu için gıdalar bütünüyle emiliyor ve ona karşı antikor üretmeye başlıyor, alerjik reaksiyonlar ortaya çıkıyor. Onun için ishal dönemlerinde, alerji yapacak gıdalardan kesinlikle uzak durulmalı.”

D vitamini eksikliği çok

“Türkiye'de kadın ve çocuklarda yüksek oranlarda D Vitamini eksikliği var. D vitamini yetersizliğini önlemenin en doğal yolu anne ve bebeklerin günde 20-25 dakika güneş görmesi. Eksiklik kişinin yaşadığı bölgenin iklimiyle de doğru orantılı. Ne kadar sıcaksa eksiklik azalıyor. İstanbul gibi metropol şehirlerde ise bu zaman dilimi de yeterli değil. Çünkü hava kirliliği D vitamini sentezini sağlayacak UV B ışınlarının etkisini azaltıyor. Güneş kremleri de güneş ışınlarının emilmesinin önündeki en büyük engel. Bazen insanlar yaz aylarında bile bu yüzden güneşten vitamin alamıyor. Doğumdan itibaren bebeklere veriyoruz D vitamini takviyesi. Annelerin büyük kısmı sadece 2 yaşına kadar kullanıyor. Halbuki kış aylarında büyük şehirlerde yaşayan çocuklara 6 yaşına kadar D vitamini takviyesi verilmeli. Bebeğin neresi erken gelişiyorsa D vitamini eksikliğini biz orada görmeye başlıyoruz. En hızlı baş büyür. Bebek nereye doğru yatarsa baş o yöne göre şekil alır, düzleşir, çok da terler. Kaburgaların uçları göğsün ön tarafının orta kısmına kadar gelir ve orada kemik sonlanır, kıkırdakla devam eder. Normalde düz olması gerekirken burada tespih tanesi gibi çıkıntı olur. Biraz daha büyük çocukların el bilekleri şiştir, geniştir. Çocuk eğer yürüyorsa bacakları ya ‘x' ya da ‘o' şeklini almaya başlar.”

Bebe bisküvisiyle çocuklarınızı hiç tanıştırmayın

“Bebe bisküvisinin çocuk beslenmesindeki yeri tartışılmalı. İçinde süt tozu, beyaz un, bol şeker, tuz ve katkı maddeleri var. Üstelik çok ucuz, lezzetli ve her yerde kolaylıkla bulmak mümkün. Bakıyorum bebek 5 aylık, anne hemen bebe bisküvisine başlamış. Bir kere onun tadını alan çocuk başka şeyi yemek istemiyor. Böylece günlük tüketilen bisküvi miktarı giderek artıyor. Şeker, beyaz un, süt tozundan oluşan bir beslenme döngüsü ortaya çıkıyor. Ebeveynlere ilk ‘Bebek bisküvisi kullanıyor musunuz?' diye soruyorum. İçindeki süt tozu miktarı çok yüksek. Bizim zaten süt alerjisiyle başımız dertte. En iyisi bebe bisküvisiyle çocukları hiç tanıştırmamak.

UZM. DR. HAFİZE ERKAL


Yorumlar